
Chat - Sohbet
11 Mart 2008 Salı
"Sessiz direniş" in fotoğrafları

İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi’nin yeni yıldaki ilk sergisi 13 Şubat'ta açılıyor. Küratörlüğünü Moskova Fotoğraf Evi Müzesi Direktörü Olga Sviblova’nın yaptığı "Sessiz Direniş- Rus Fotoğrafında Resimsellik" başlıklı sergi 25 Mayıs tarihine kadar sürecek. Sergi, Rusya’da 90’ların ortalarında "yeniden keşfedilen", aynı dönemde yaşamış, birbirlerinden etkilenmiş bir dizi sanatçının yapıtlarıyla 20.yüzyılın başlarındaki Rus sanatının gelişimi ve ülkenin kültürel tarihinden bir kesit sunmayı amaçlıyor
25 Ocak 2008İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi’nin yeni yıldaki ilk sergisi 13 Şubat'ta açılıyor. Küratörlüğünü Moskova Fotoğraf Evi Müzesi Direktörü Olga Sviblova’nın yaptığı "Sessiz Direniş- Rus Fotoğrafında Resimsellik" başlıklı sergi 25 Mayıs tarihine kadar sürecek. Sergi, Rusya’da 90’ların ortalarında "yeniden keşfedilen", aynı dönemde yaşamış, birbirlerinden etkilenmiş bir dizi sanatçının yapıtlarıyla 20.yüzyılın başlarındaki Rus sanatının gelişimi ve ülkenin kültürel tarihinden bir kesit sunmayı amaçlıyor.
Resimsellik akımının temsilcileri, estetiğin içerikten, fotoğrafın uyum ve dengesinin gerçeklikten daha önemli olduğunu savunarak, ışığın her türlü oyununu, değişik tekniklerle de yumuşak tonlamaları kullanıp, dramatik ve şiirsel çalışmalar yaratırlar.Rus resimsel fotoğrafının ustaları, Ekim Devrimi’nden sonra, 1920’lerde totaliter rejiminin zulüm ve baskısı altında kaldılar. Devrim öncesi dünyanın nostaljisini yapmakla, "Turgenyev’in duygusallığı"yla, sınıf çatışması kuramı yerine burjuva değerleri öne çıkartmakla suçlandılar. Saldırılar arttıkça "Sessiz Direniş" daha da güçleniyordu. Tüm baskılara karşın Rus resimsel fotoğrafçılar, kendi estetiklerine sadık kalmayı başararak, ulusal ve evrensel sanatın klasikleri arasında yer aldılar.Moskova Fotoğraf Evi Müzesi (Moscow House of Photography Museum) koleksiyonundan yapılan bir seçkiyle oluşturulan sergide, aralarında Alexander Rodchenko, Sergei Lobovikov, Alexander Grinberg, Yuri Yeremin ve Aleksei Mazurin’in de bulunduğu ünlü 18 Rus fotoğrafçının, 1898’lerden 1940’lara uzanan bir zaman dilimi içindeki üretimlerinden toplam 194 adet orijinal baskı yer alacak
22 Şubat 2008 Cuma
James Barry (1741 - 1806)
Giovanni Baglione (1573 - 1664)
Eugène - Emmanuel Amaury - Duval (1808 - 1885)

Fransız akademisyen ressam. Ingre’den resim ve çizgi üzerine ders aldı. 1830’da bir çocuk portresiyle ilk sergi deneyimini yaşadı. 1868’e kadar portrelerini sergilemeyi sürdürdü. İtalya ve Yunanistan’a yaptığı seyahatlerden sonra neo-greek yapıtların örneklerini yapmaya başladı ve resimlerinde Antik Yunan sanatının ince, ağırbaşlı, zarif, sakin kadın figürlerini model olarak aldı. Portreleriyle resim sanatında klasizmin normlarını etkiledi.
Edmond - François Aman-Jean (1860 - 1935)
Louise Abbema (1858 - 1927)
Niccolò dell Abbate


Ekolü: Mannerizm
Hans von Aachen (1552 - 1615)
A Becket, Maria
14 Şubat 2008 Perşembe
SANAT EĞİTİMİ
“Sanat eğitimi”nin yeni sayılabilecek bir alan ve kavram olmasından kaynaklanan bu karışıklığa; kavramı tanımlamaya çalışan kişi ve kurumlar, iletişim eksikliği, terminolojik metot eksiklikleri ve nihayet yabancı kaynaklardan yapılan çevirilerdeki kavram ve terim çeşitlilikleri sebep olmaktadır.
Sanat eğitimiyle ilgili olarak bir başka yanlış anlama ise, sanat denince sadece plastik sanatların akla gelmesi sebebiyle sanat eğitimi de plastik sanatların eğitimi olarak anlaşılmasıdır. Halbuki sanat denilince sadece plastik sanatlar değil, fonetik, ritmik ve dramatik sanatları da içine alan oldukça geniş bir alan akla gelmelidir. Böyle olunca, sanatla ilgili eğitim faaliyetlerinin kapsamı içine yalnızca plastik sanatlar değil, sözünü ettiğimiz diğer dallar da girer. Bu amaçla, bütün sanatları ve bu sanatların birbiriyle ilişkisini düşünsel boyutta sanatçı, sanat tüketicisi, toplum, kültür ve eğitim bağlamında irdeleyen kuramsal çalışmalara “Güzel Sanatlar Eğitimi” denilebilir.
Dar anlamıyla sanat eğitimi, görsel sanatların eğitimi ve öğretimiyle ilgilenir. Bu öğretimin kapsamı içinde, uygulamalı çalışmalar, sanat eseri inceleme, eleştiri, sanat tarihi ve estetik yer alır. Bu kapsamın içine, araç-gereç ve işlik donanımı ile birlikte müfredat programları, çalışma düzeni, değerlendirme gibi yöntemsel konuları da dahil etmelidir.
Çağımızda eğitim, bilim ve sanatın işbirliğine dayandırılmalıdır. Sanatın da, bilimin de amacı; insana hizmet etmek ve yeniyi keşfetmektir. Sanata ve duyguların eğitimine önem veren okul ya da eğitim sistemlerinde, duygular eğitilirken, zihinsel yeteneklerin, düşüncenin ve zekânın da geliştiği gözlenmektedir. Sanat, duygu ve düşünce arasındaki iç içe geçmiş bağlantıyı vurgularken, öğrenme ve gelişim sürecinin de etkin bir yardımcısıdır.
Sanat eğitiminin örgün ve yaydın eğitim içindeki tanımını şöyle yapmak mümkündür: Kişinin duygu, düşünce ve izlenimlerini anlatabilmek, yetenek ve yaratıcılığını estetik bir seviyeye ulaştırmak amacıyla yapılan eğitim faaliyetlerinin tümü.
Sanat eğitimi; kişiye estetik yargı yapabilme konusunda yardımcı olmayı amaçlarken, yeni biçimleri hissedip, eğlenmeyi ve heyecanlarını doğru biçimlerde yönlendirmeyi öğretir. Demek ki sanat eğitimi, sanatçı yetiştirmeye değil; yetiştirmek durumunda olduğu her kişiyi yaratıcılığa yöneltip, onun bilgisel, bilişsel, duyusal ve duygusal eğitim ihtiyaçlarını karşılamaya yöneliktir.
Sanat eğitimi, her yaştaki birey için gereklidir ve insan hayatında önemli bir yer tutar. Sanat eğitimi; bireyin yaratıcı güç ve potansiyellerini eğitmek, estetik düşünce ve bilinci örgütlemek için gereklidir. Sanat, bireyin sosyal ilişkilerini ayarlamasını, işbirliği ve yardımlaşmayı, doruyu seçme ve ifade edebilmeyi, bir işe başlayıp bitirme sevincini tatmayı, üretken olmayı sağladığı için gereklidir. Sanat eğitimi, gözlem yapma, orjinalite buluş ve kişisel yaklaşımları destekler, pratik düşünceyi geliştirir. Olayları, olmadan da beyinde gerçekleştirebilme gücünü arttırır. Bireyin el becerisini geliştirir ve sentez yapmasına yardımcı olur.
Sanatla ister ürün vererek, isterse seyrederek, dinleyerek, okuyarak olsun ilgilenmek, sadece duyguları ve duyarlılığı harekete geçirmekle kalmamakta, bilişsel ve duyuşsal yönleriyle bütün zihinsel süreçleri canlı tutmaktadır.
Canlandırabilme ve fikirlerini çeşitli araçlarla sunabilme yeteneği, hem sanatsal hem de bilimsel mesleklerdeki kişilerin eğitimsel başarılarına katkıda bulunmaktadır. Sanat eğitimi, hayal gücünü çalıştırarak, dramatize edip canlandırarak, güçleri geliştirecek yaratıcı çabayı yönlendirmek için gereklidir.
Kendisine sanatla ilgili alanlar erkenden açılmış, evinde, yuvada, anaokulunda sanat eğitimi almaya başlamış çocuk, ilkokulda sınıflar ilerledikçe, çevresindeki sanat olaylarını, biçimlendirmeleri yavaş yavaş değerlendirebilir; güzeli anlamaya ve aramaya başlar.
Sanat eğitimi rastlantısal olarak kimi yönelişleri, kimi becerileri ya da yetenekleri ortaya çıkarabilirse de, sanat eğitiminin salt temel amacı bunlar değil; hayatı değerli kılmak ve ondan zevk almayı sağlamaktır. Yani sanat eğitimi; insanı hedef alan ve onun mutluluğu için, insan anlayışına uygun nesiller yetiştirmeyi amaçlar. Sanat eğitimi; her bir sanat eserinin hedeflediği seyircide, dinleyicide, okuyucuda estetik kaygı meydana getirmeyi; zihnin bir boyutu olan sanatsal zekanın beslenmesi ve geliştirilmesini, bununla birlikte ona, insan ve insana bağlı değerleri iletmeyi hedefler. Sanatsal anlatımı, onun özel dilini kullanan kişi, aynı zamanda bu dil yardımıyla geçmiş ve çağdaş sanat eserlerine değer yargısıyla ulaşabilir. Gördüğü eserleri nitelik yönünden farkeder. Sanat eğitiminin bir başka işlevi de, sanat eserlerine olduğu kadar, çevreye ve her türlü görsel nesneye, estetik ölçütlerle ulaşmayı sağlamaktır.
Değerlerle düşünmeyi, nitelikleri farketmeyi öğrenen kişinin estetik bakışı ve görüş alanı genişler. Beğenileri sığ, yalnız kendi sevdiklerini güzel kabul eden insanlar yerine, çevresine ve sanat eserlerine onların kendi nitelikleri, sanatsal dilleri ve kültürel birikimleri doğrultusunda yaklaşan insanlar yetiştirmek, sanat eğitiminin amaçları içinde yer alır.
İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK RESİM SANATI
En erken devirlerden itibaren görülen kaya resimleri (petroglif), kaya ve mağara yüzeyleri üzerine yapılmışlardır. Bunlardan bazıları boya ile yapılmış, bazıları da kazıma ve çizme yoluyla gerçekleştirilmiştir.
Kaya resimleri, Orta ve İç Asya'da miladdan önceki bin yıllardan, M.S.14. ve15.yüz- yıllara kadar çok çeşitli konuları kapsar. Özellikle, erken tarihli örneklerde, av kültürü ve sembolizmini yansıtan resimler egemendir. Bu resimlerin bazılarında sembolik anlamları ihtiva eden "hayvan mücadele sahneleri"nin proto-tiplerini ve sonraki bazı örneklerini meydana getiren birbirleriyle mücadele eden hayvan figürlerine rastlıyoruz. Zıt kavramların mücadelesini (iyi, kötü, aydınlık, karanlık vb.) sembolize eden bu mücadele sahneleri, insan-hayvan mücadele sahneleriyle beraber, tarih öncesi devirlerdeki "hayvan-ata" inancı ve "hayvan biçimine girme" teması ile ilgilidir.
Kaya resimlerinde ayrıca, süvari tasvirleri, savaşan insan figürleri, arabalı çadır tasvirleri, bazen kuyruğu düğümlü, "moncuk" denilen püskül süslemeli at tasvirleri, kurt, dağ keçisi, geyik vb. çeşitli sembolik ve mitolojik anlamlara sahip hayvanlarla ilgili kompozisyonlar, dinî inançlar ve günlük hayata ait sahneler vb. çeşitli unsurlar yer almaktadır.
Kaya resimlerinin en erken örnekleri, Orta Asya'da Mezolitik veya erken Neolitik devirlere ait olarak bulunmuştur. Bu kaya resimleri arasında, özellikle Güney Özbekisan'daki, Za- raut Kamar mağarasında ve Doğu Pamirler'daki Sakta (Shakhta) mağarasında yer alan resimler önemlidir.
Göktürk kaya resimleri ise, pek fazla bir değişikliğe uğramaksızın sürmekteydi. Orhon ve Tula bölgesindeki pek çok örnek bunu doğrular. Ancak, Göktürk devri kaya resimleri Trans-Baykal, Güney Sibirya ve Yakutistan'a kadar olan çok çeşitli bölgelere yayılmıştır. Bu re- simlerde daha çok, av ve süvari resimleri mevcuttur.
Eski Türk resminin asıl temsilcileri, sanata çok ilgili olan, Uygur Türkleridir. Klasik Uygur resim üslûbu IX. yy.'da başlar ve XIII. yy.'a kadar varlığını devam ettirir. Daha sonra gelen ve XV. yy.'a kadar devam eden dönemde, yabancı tesirler artar ve klasik üslûp kaybolur.
Uygur resim sanatının genel ifadesi, İç Asya Türk sanatının etkisiyle ortaya çıkmıştır. Her ne kadar Büyük İskender ile birlikte gelen Helenistik üslûbun, ışık-gölge ile hacimleri meydana çıkarma tekniği bir müddet söz konusu olmuşsa da, bu kesinti devresinden sonra yine Orta Asya'nın İç Asya'dan devraldığı üslûp devam etmiştir. Bu üslûp, özellikle kaya resimlerine dayanan çizgi tarzının hakim olduğu ifadeyi tercih ediyordu.
Bazen yaldızın da kullanıldığı resimlerde, klasik Uygur devrinde kırmızı renk, gök rengi ve yeşil kullanılıyordu. Renkler çoğu kez parlak ve canlıydı.
Uygur resim sanatında kompozisyonlar, kaya tapınaklarının duvar yüzeylerine olduğu gibi, ipek kumaşlar üzerine, ahşap materyal ve kâğıt üzerine de yaygın olarak yapılıyordu. Duvar resimlerinde doğal boyalar kullanılıyordu. Resimler bazen doğrudan doğruya, düzleştirilmiş duvar üzerine, bazen de yaş sıva üzerine uygulanıyordu. Boyalar bazen, tempera tekniği kullanılarak elde ediliyordu.
Anlaşılacağı üzere, resimlerde çok çeşitli konular yer almaktadır. Bunların başında dinî sahneler gelir. Dinî sahnelerin büyük bir çoğunluğu da Budha'yı, Budha'nın öğretisini, yaşantısını ve diğer Budist ilâhları tasvir eder. Bu arada, Türklerce kabul edilen Maniheizm ve diğer dinlere ait konuları içeren resimlere de rastlanır. Aynı zamanda, sembolik çiçek tasvirleri ve hayvan tasvirleri de önemli bir yer tutar. Bu konuların dışında, günlük yaşantı ile ilgili sahneler, çeşitli destan ve efsaneler, din adamları, süvariler, prens ve prensesler de resimlerde yer alır. Bu resimlerin bir bölümünde portre anlayışının yer alması, Türk Sanat Tarihi bakımından oldukça önemlidir.
İnsan yüzüne kişisel bir özellik vermek, yani portre sanatı ilk defa 750 yılından sonra Türk duvar resimlerinde başlamıştır. O zamana kadar insan vücudunun diğer kısımları gibi, yüz de şemalara göre çiziliyor ve resmin altına kişinin adı yazılarak ayırdediliyordu. Fresklerde, resimlerini yaptırmak isteyen kimseler tasvir ediliyor, böylece çeşitli insan grupları, Hind ve Çin rahipleri, Toharlar, İranlılar görülüyordu. Uygurlar, kendilerinden farklı insanlar üzerinde dikkatlerini toplayarak, bunları tiplere ayırdılar ve kendilerini de daha belirli olarak görmeye başladılar. Bu durum onlara, portre sanatı yaratmak ve geliştirmek imkânını kazandırdı. Portre benzerliği, aynı kıyafet ve duruştaki yan yana sıralanmış rahip resimlerinde açıkça bellidir. Bunların yüzleri çeşitli insanları gösteriyor. Diğer resimlerde de kendini belli eden bu portre sanatı, kişisel düşünce ve şuur bakımından, çok önemli bir ilerlemeyi gösteriyor. Portre sanatının doğmasında, eski geleneklerin de rolü olmuştur.
Uygurlar zamanından kalan minyatürler, Maniheist kitaplarındaki sayfalardır. Bunlar kısmen dinî, kısmen dünyevî sahneleri canlandırırlar. Bunlardan başka büyük resimler, sayfalar ve sancaklar kalmıştır ki, bunlar Mani mabetlerinde saklanır ve ayinlerde kullanılırdı. Bu Uygur minyatürleri, daha sonra İslâm minyatürlerinin kaynağı olmuştur.
Uygurlar, VII. yy.'da Budizm'i ve Bögü Kağan 762'de Mani dinini kabul etmişti. Uygurlar'ın sanatı daha çok Budizm olmakla beraber, bu iki dinin çerçevesinde gelişmiştir. Manihaî minyatürler Turfan ve Kansu'da, Orta İran (Pehlevî) veya Türk dilinde ya da iki dil karışık olarak yazılan dinî kitaplardadır. Bunların üslûp özellikleri, uzun zaman devam etmiştir. VIII.-IX. yy. lacivert zeminli minyatürlerde çizgi ve ışık gölge, aynı zamanda kullanılmıştır. Bu Manihaî yazmalar, Hoça'da hüküm süren Uygur kağanlarına ithaf ediliyordu. Bögü Kağan'ın himayesiyle Mani dini yaşayabilmiş, Hoço, Kansu ve Çin'de mabetler yaptırılmış, bu sayede Uygurlar'dan Manihaî minyatür ve resimler kalmıştır.
Uygur sanat merkezleri, 768'de manastırların yapıldığı, kağanın sarayı bulunan kışlık merkez ve kutsal şehir Hoço, bunun kuzey yakınında Bezeklik, doğu yakınında Tuyak, Bezeklik'in doğusunda Sengim, Hoça'nın kuzeyinde Turfan, Murtuk, Sassık Bulak, Yar Hoto, Sorçuk, Ming Öy, Kum Tura ve diğer şehirlerdir
Asya-Türk Sanatı
Karahanlılar, Asya'da kurulmuş ilk İslâm Türk devletidir. Bu devleti kuran Karluk Türk' leri olup, Çiğil ve Yağma Türkleri de bunlarla beraberdir. IX. yy. ortalarından, XIII. yy başlarına kadar (842-1212) hüküm sürmüşlerdir.
1. Mimarî
a) Camiler
Karahanlılar'dan kalan en eski yapılar (X.yy.), kerpiçten, tuğla mimariye geçişi göstermektedir. Buhara'nın 40 km. yakınındaki Hazar şehrinde, XI. yy.'dan kalan küçük Degaron Camii'nde kerpiç ve tuğla beraber kullanılmıştır. Cami, plânı ve mimarisi bakımından inanılmaz bir gelişme göstermektedir. İnce ve yuvarlak payeler üzerine dört sivri kemerlerle oturan kubbe, yanlardan tonozlarla çevrilmiş olup, köşelerde birer küçük kubbe ile, küçük ölçüde bir merkezi plân şemasını ortaya koymaktadır.
XI. ve XII. yy.'lar, Karahanlı tuğla mimarisinin parlak bir gelişme devri olmuştur. Eski Merv'in 30 km. yakınındaki Talhatan Baba Camii, artık tamamen tuğladan yapılmıştır. Dikdörtgen biçimindeki cami, yanlara doğru, küçük çapraz tonozlarla genişletilmiş tek kubbeli bir plân gösterir. Cepheler, nişlerle düzenlenmiştir. Bunlarda, tuğlaların çeşitli şekillerde dizilmesinden meydana gelen zengin mimari süslemeler daha sonraki Karahanlı eserlerine öncü olmuştur. XVI. yy.'da Osmanlı Devrinde, Mimar Sinan'ın tek kubbeli camileri, aynı prensiple yanlara doğru genişleterek mekân mimarisi araştırmalarına başlaması bakımından, Talhatan Baba Camii plânı dikkati çeker.
İlk Karahanlı kubbelerinin hafifçe sivrilmesiyle, tipik Selçuklu kubbesi ortaya çıkmış, zamanla Timurlu ve Hint-Türk mimarisinde olduğu gibi, bu kubbeler yüksek bir kasnak ile daha da anıtsal hale getirilmiştir.
Bu dönemin en dikkat çekici unsurları arasında, duvarlardan ana kubbeye geçiş meselesinin halledilmesi için kullanılan geçiş unsurları vardır. Bunların en ilginci, Tim'deki Arap Ata Türbesinde (978) ortaya çıkan "üç dilimli, yonca biçimi tromp" denilen şekildir.
b) Medreseler
Türk mimarlığındaki eyvanlı medreselerin ilk örneklerine de, Karahanlılar'da rastlanılmaktadır. Semerkand'daki Şah Zinde yolu üzerinde yapılan kazılarda (1969-1972), bu yapı türünün önemli örneklerinden biri ortaya çıkarıldı. 1066'da Tamgaç Buğra Han tarafından yaptırılan medrese, oymalı şituk (yalancı mermer) süslemelerle kaplıydı. Dört yönden tonozlarla çevrili, küçük kubbeli girişi, küçük eyvanların açıldığı dikdörtgen plânlı avlusuyla bu yapı eyvanlı medreselerin ilk örneklerindendir.
c) Türbeler
Karahanlı mimarlığı, türbe yapılarıyla da ilgi çeker. Zerefşan vadisi yakınındaki Tim'de bulunan Arapata türbesi (978) Karahanlılar'dan kalan en eski eserdir. Kare plânlı yapı, yonca biçimi tonoz bingilere oturan bir kubbe ile örtülüdür. Ön cephe, yazı kuşağı ile çevrilmiş zengin tuğla süslemeli üç niş vardır. Talas'daki (Kazakistan) XII. yy.'dan kalma Ayşebibi ve Balaci Hatun türbeleri, Karahanlılar'da türbe mimarlığının gelişimini yansıtırlar. Kare plânlı Ayşebibi türbesi, süslü, kalın köşe sütunlarının sınırladığı dar ve derin taçkapısıyla, ön cephenin köşelerinde yer alan üstü ve altı geniş, ortası dar minareleriyle dikkati çeker.
Daha yalın bir örnek olan Balaci Hatun türbesi ise, içten sekiz dilimli kubbe, dıştan onaltı yivli piramit biçimi külâhla örtülüdür. Ön cephede, ortada taçkapı, yanlarda dar uzun nişler vardır. Fergana vadisinin doğusundaki Özkent'de de Karahanlı türbe mimarlığının üç önemli örneği bulunmaktadır: Ahmet Arslan Karahan türbesi (1012), Hüseyin bin Hasan türbesi (1152) ve I. Muhammed türbesi (1187). Ahmet Arslan Karahan'ın türbesinin tonoz bingilerinde geometrik kompozisyonların yanısıra ilk kez stilize bitki motifleriyle karşılaşılmaktadır. Dört duvara oturan tonoz bingili bir kubbe ile örtülü olan Hüseyin bin Hasan'ın türbesi ise, ön cephesi ve dış görünümüyle Türk türbe mimarlığında çığır açan bir yapıdır. Sivri kemerli taçkapısı geniş geometrik bordürlerle çevrilmiş, yanlara birer yuvarlak sütun yerleştirilmiştir. Taçkapı kemerini kaplayan nesih kitabede, ilk kez rumîler görülür. I. Muhammed'eait olan üçüncü türbede dikey çizgiler hakimdir. Ancak, cephe mimarisi ve süslemeleri diğerleriyle benzerdir.
Dönemin önemli türbelerinden biri de Fergana'nın kuzeyinde, Sefid Bulan'daki Şeyh Fazıl türbesidir (XII. yy. ortaları). Tümüyle tuğladan yapılmış on dört metre yüksekliğindeki türbe, kübik bir gövde üzerinde, sekizgen bir kat ve üç basamak halinde konik bir çatıdan oluşur. Dış cephelerinin yalınlığına karşılık, içi şituk (yalancı mermer) süslemeler ve kûfî yazı kuşaklarıyla kaplıdır.
d) Kervansaraylar
Türk mimarisinde en eski kervansaraylar, Karahanlılar'dan kalmış olup, Bunlara ribat adı verilmiştir. Karahanlı kervansarayların mimarisi ve plânları daha sonra, Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları'nın yaptırdığı kervansaraylarda geliştirilmiştir.
1078-79 tarihli Ribat-ı Melik kervansarayı, duvar izlerine göre,kare biçiminde(86x86 m) bir yapı idi. Tamamiyle kerpiçten ve üzeri tuğla kaplanmış yapıdan, yalnız güney cephe duvarı ile portal ayakta kalmıştır. Cephenin tam ortasında yükselen sivri kemerli portal (taçkapı), Türk mimarisinin klâsik portal daha XI. yy.'ın ikinci arısında, olgunlaşmış halde göstermesi bakımından hayret uyandırıyor. Portal, 12 x 15 m. ebatlarında abidevî bir ölçüye varmıştır. Bu portal kompozisyonu, Karahanlılar'dan başlayarak, Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Os manlı ve Timur devri mimarisinde esas olmuştur.
Karahanlılar'dan kalan diğer kervansaraylar, bunların çeşitli plân ve tiplerinin, sonraki devirlerde yapılan Türk kervansaraylarına etkilerini açıkça göstermektedir.
2. Keramik Sanatı
İslâmiyet sonrası Türk keramik sanatı, Karahanlılar'la, hatta onların İslâmiyetten önceki devri olan Karluklular ile başlar. Karluk keramiğinde, Uygurlardan gelen süsleme motiflerini görüyoruz. Karluk ve Karahanlı devirlerinde kırmızı ve beyaz hamur kullanılmış, sigrafitto, taraklama, noktalama gibi birçok teknik uygulanmıştır. Bu teknikler bazen bir arada kullanılıyordu. Bu keramiklerde dikkati çeken husus, figüratif konuların yerini, yavaş yavaş bitkisel ve geometrik motiflerin hakimiyetine bırakmasıdır.
Karahanlı keramiklerinde süslemeler, bir merkezden kaynaklanarak yayılır. Tabakların kenarlarında süsleme bordürlerinin yanında, kûfî yazı şeritleri de dikkati çekmektedir. Karahanlı keramiklerindeki bitkisel motifler ve bunların oluşturduğu düzenlemeler, Hıtaî (Hatayi) tarzı süslemelerin kaynağına işaret etmektedir.
3. Edebiyat
Uygur hanlığının vârisi sayılan Karahanlı devletinde edebiyat dili Uygur-Karluk ve Oğuz-Kıpçak dillerine dayanıyordu. Edebiyatın biçim, tür ve nitelikleri ise, büyük ölçüde Arap ve İran edebiyatlarından etkilendi. Bozkır kültüründen geçiş aşaması olan bu dönemin en önemli eserleri, Kaşgarlı Mahmut'un "Divan-ı Lügat-it Türk" ü ile Yusuf Has Hacip'in "Kutad gu Bilig" idir. Karahanlı dönemi Türk ağızlarının zengin bir sözlüğü olan Divan-ı Lügat-it Türk'de yazar, sözlükleri açıklarken dörtlüklerden oluşan hece vezniyle destan, ağıt, lirik şiir türünde örneklere, atasözlerine yer verir. Sergilediği anonim eserler arasında, tek şair olarak da, Çuçu'nun adını anar.
Kutad gu Bilig aruz vezniyle ve mesnevî, kaside gibi İslâm edebiyatının ortak özellikleri kullanılarak yazılmıştır. Devlet yönetimi, İslâm dini ilkelerine uygun biçimde iyi insan olma yollarını, ahlâk kurallarını konu edinir. Yer yer toplumsal hayatı, kurumları, folkloru ve inançları dile getirir.
Ahmet Yesevî'nin tasvvuf düşüncesiyle temellenen "Divan-ı Hikmet" i, bazıları aruz, bazıları da hece vezninde söylenmiş şiirlerden oluşur.
Karahanlı dönemi edebiyatından günümüze kadar kalan metinler, sözlü halk edebiyatından, İslâm dininin benimsenmesinden sonraki edebiyata geçiş döneminin ürünleridir. Bu eserler, din dışı konuları henüz işlenmeye başlamamıştır. Bunlar, genel nitelikleriyle didaktik, dini ve tasavvufî ürünlerdir.